Demokrat Parti, 7 Ocak 1946’da kurulan, kurulduğu yıl yapılan seçimlerde azınlıkta kalıp 4 yıl sonra yapılan seçimlerde (14 Mayıs 1950) 27 yıllık tek parti dönemini sona erdiren Türk siyasi partisi olarak bilinir. Sırasıyla 1950, 1954 ve 1957 seçimlerini kazanmış ve 10 yıl boyunca iktidar olmuştur. Demokrat Parti, 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ile iktidardan düşürülmüş ve 29 Eylül 1960’ta kapatılmıştır. Demokrat Parti’nin kısaltması DP olarak yazılmaktadır.

 

Tarihçe

Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Celâl Bayar

Büyük Buhran ve II. Dünya Savaşı arası geçen yıllarda, dünyada faşizm ve otoriter yönetimler güçlenmekteydi. 1924 ve 1930’da iki defa çok partili demokratik yaşama geçmeyi deneyen Türkiye, bunda başarısız olunca, özellikle 1930’dan sonra iktidarı elinde bulunduran Cumhuriyet Halk Partisi devlet ile özdeşleşmeye başladı.[6] Parti ilkeleri anayasaya girince (1937) bu süreç doruk noktaya ulaştı. CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk 1938’de hayatını kaybedince yerine seçilen İsmet İnönü, II. Dünya Savaşı başlayınca, eski devrin küskünlerini de etrafında toplayarak ülkede, savaş günleri sırasında alınan kararlara muhalif olabilecek bir kitlenin oluşmasına engel oldu.

Savaşın özellikle ekonomiyi kötü yönde etkilemesi, büyük kentlerde karaborsacılığın ortaya çıkması, sermayenin belirli ellerde toplanmasını kolaylaştırdı ve bu, bir kent burjuvazisi oluşturdu. Kırsalda, genç nüfusun silah altına alınması küçük ve orta büyüklükteki çiftçinin üretimini düşürdü. Büyük toprak sahipleri arzı kendileri kontrol etmeye başladı. Artan talep karşısında arzdaki daralma enflasyonu ve hayat pahalılığını arttırdı. İktidarın önlem olarak düşündüğü çözümlerden ilki Varlık Vergisi oldu. Devlet tarafından salınan ağır vergileri ödeyemeyen bütün iş adamları Aşkale’ye gönderilerek orada taş kırmak gibi işlerde amele olarak kullanıldı. Keyfi uygulamalara sebep olan bu vergi kent burjuvazisini iktidara cephe almaya itti. Diğer önlem ise Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’ydu. Bu kanunla büyük toprak sahiplerinin toprakları bölünerek, küçük çiftçiye destek sağlamak hedefleniyordu. Ancak bu, devletin Türkiye’deki bütün arazilerin zaten %70’ten fazlasına sahip olduğunu bilen toprak sahiplerini muhalefet saflarına kanalize etti. İsmet İnönü’nün devletçilik uygulamaları sonucu oluşan ekonomik darboğaz zaten toplumu da aynı yöne iletmiş durumdaydı.

  1. Dünya Savaşı 1945’te demokrasilerin zaferi ile son bulduğunda Türkiye bu durumdaydı. Aynı zamanda savaşın sonlarına doğru ülkede özellikle basın ve aydın çevrelerde, demokrasi arzusu artık yüksek sesle dillendirilir olmuştu. Bir yandan da II. Dünya Savaşı’nın galiplerinden olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin lideri Stalin, Türkiye’den Kars, Ardahan ve Artvin’i istiyordu. SSCB’ye karşı Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık’a yaklaşan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 19 Mayıs 1945 günü yaptığı konuşmada bu arzuya yeşil ışık yaktı. Zaten TBMM içinde muhalefet, 1945 bütçe görüşmelerinde su yüzüne çıkmıştı. Mustafa Kemal Atatürk’ün son başbakanı Celâl Bayar, Adnan Menderes, Feridun Fikri Düşünsel, Yusuf Hikmet Bayur, Emin Sazak bütçeye red oyu verdiler. Asıl kırılma Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu görüşülürken ortaya çıktı. Tasarının 17. ve 21. maddeleri tartışılırken Celâl Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Emin Sazak sert eleştiriler dile getirdiler. Bu yasanın görüşüldüğü günlerde Celâl Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan, CHP Grubu’na Dörtlü Takrir adlı bir önerge verdiler. Önerge ülke ve parti yönetiminde özgürlükçü bir anlayış içeren düzenlemeler yapılmasını öngörüyordu. Ancak Dörtlü Takrir reddedildi (12 Haziran 1945). Bunun üzerine, Menderes ve Köprülü o günkü Vatan gazetesinde CHP iktidarına karşı o güne değin örneğine rastlanmayan sertlikte yazılar yazmaya başladılar. Sonuç olarak Menderes, Koraltan ve Köprülü partiden ihraç edildiler (Eylül 1945). Aynı gruptan olan Celâl Bayar ise önce milletvekilliğinden sonra da CHP’den istifa etti. Celâl Bayar, 1 Aralık 1945’te parti kuracaklarını açıkladı. İnönü tarafından Çankaya Köşkü’ne çağrılan Bayar, cumhurbaşkanından gerekli desteği aldıktan sonra 7 Ocak 1946 günü Demokrat Parti (DP) kuruldu.

Muhalefet dönemi

Demokrat Parti programını iki esas etrafında şekillendirmişti: liberalizm ve demokrasi. Cumhuriyet Halk Partisinin ekonomi politikası olan devletçiliğin aksadığı yönler vurgulanarak CHP’ye karşı çıkılmaktaydı. Demokrat Parti üzerinde daha önceki acı tecrübelerin yarattığı ilk kuşkular dağıldığında büyük kitlelerin DP’yi desteklediği görüldü. Bunu şüphesiz iktidardaki CHP de görmekteydi. Meclis tek dereceli seçim kanununu ve 21 Temmuz 1946’da seçimlerin yapılmasını kabul ederek dağıldı. DP başta seçime katılıp katılmama konusunda kararsız kalsa bile katılmaya karar verdi. Bunun üzerine iktidar basın kanununda değişikliğe gitmeye karar verdi. İktidarın basın üzerindeki baskısı daha da arttı. Bozuk olan ekonomide dış ödeme dengesinin bozulması sonucu 7 Eylül 1946’da Türk lirasının değeri düşürüldü. Bu olay DP’ye daha çok prim kazandırdı ve iktidarın güç yitirmesine neden oldu. 1947’de bütçe görüşmeleri sırasında Başbakan Recep Peker ile DP’liler arasında sert tartışmalar yaşandı. DP, TBMM’yi terk etti. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün araya girmesi ile sorun aşıldı.

7 Ocak 1947’de DP ilk kurultayını yaptı. Bu toplantıda özgürlük ve demokrasi arzuları bir defa daha vurgulanırken bunları içeren Hürriyet Misakı kabul edildi.[10] Bunun üzerine iktidar tarafından DP’ye sert hücumlar başladı. Haziran ayında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile Demokrat Parti Genel Başkanı Celâl Bayar arasında bir dizi görüşmeler yapıldı ve sonunda İnönü 12 Temmuz 1947’de 12 Temmuz Beyannamesi’ni yayınladı. Beyannamede İnönü, siyasal partilerin Türk demokrasisinin vazgeçilmez unsurları olduğunu vurguladı. Başbakan Recep Peker ayrıldı ve yerine Hasan Saka getirildi.

DP içerisinde bu yumuşama ve iktidarla düzeltilen ilişkiler tepki çekti ve bunun güdümlü demokrasi olduğunu öne süren bir grup partiden ayrıldı. Bu grubu oluşturan Fevzi Çakmak, Yusuf Hikmet Bayur, Kenan Öner, Osman Bölükbaşı, Sadık Aldoğan ve Yusuf Kemal Tengirşenk, 20 Temmuz 1948’de Millet Partisini (MP) kurdu. Böylece 12 Temmuz Beyannamesi ile hem Cumhuriyet Halk Partisi hem de DP, sertlik ve otoriteryanizm yanlısı gruplardan kurtulmuş bulunuyordu. DP, 17 Ekim 1948’de ara seçimlere, seçime güven duymadığı için MP ile birlikte katılmadı. 16 Ekim 1949 ara seçimlerinde de bu tavrını sürdürdü.

DP ikinci büyük kurultayını 20 Haziran 1949’da yaptı. Seçimlerde milletvekili adaylarının %80’ini örgütün saptaması kabul edildi. Bu kurultayda seçimlerde alınan oylara sahip çıkılmasını içeren Millî Teminat Andı kabul edildi. Ancak iktidar bu anda “Millî Husumet Andı” adını taktı. 16 Şubat 1950’de gizli oy, açık tasnif ve yargı denetimini kabul eden, Yargıtay ve Danıştay üyelerinden oluşan bir Yüksek Seçim Kurulunu öngören seçim yasası kabul edildi. DP bu kanuna çok çabalamasına rağmen nispi temsil ilkesini koyduramadı.] Bu şartlar altında Türkiye, 14 Mayıs 1950 seçimlerine gitti.

Seçim sonuçlarını takip eden 22 Mayıs 1950 tarihinde TBMM’de yapılan oylamada Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Refik Koraltan da meclis başkanı seçilmiştir. Öte yandan Demokrat Parti’nin genel başkanı olarak da Adnan Menderes seçilmiş ve hükûmeti kurma ile görevlendirilmiştir (Aslan, 2014: 40). Bundan sonraki süreç, Demokrat Parti’nin iktidar süreci olarak devam etmiştir. Demokrat Parti dönemi olarak nitelendirilen 1950-1960 yılları arası iç ve dış siyasette çok önemli gelişmelerin yaşandığı önemli bir dönem olarak tarihte yerini almıştır

İktidar dönemi (1950-1960)

1950 seçimleri

14 Mayıs 1950 günü yapılan seçimler Türkiye’de 27 yıllık tek parti devrini sona erdirdi. 1923’ten beridir tek başına ülkeyi idare eden Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı halk oyu ile Demokrat Parti’ye devredecekti. Seçim sonuçlarına göre DP %52.7 oy alarak 408 milletvekilliği kazanmıştı. CHP %39.4 ile 69 milletvekili ile temsil edilme hakkı kazandı. Millet Partisi 1, bağımsızlar 9 milletvekiline sahip oldular. Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra 11.5 yıldır cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan İsmet İnönü artık ana muhalefet lideriydi. 22 Mayıs 1950 günü TBMM açıldı. Refik Koraltan başkanlığa seçildi. Ardından yapılan cumhurbaşkanlığı oylamasında DP Genel Başkanı, İzmir milletvekili Celâl Bayar 453 milletvekilinin katıldığı oylamada 387 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü cumhurbaşkanı seçildi. Hükûmeti kurmakla DP Aydın Milletvekili Adnan Menderes görevlendirildi. Aynı gün Menderes kendisinin ilk, Cumhuriyet’in 19. Hükûmeti’ni kurdu. 2 Haziran’da güvenoyu aldı. 9 Haziran 1950’de DP Genel İdare Kurulu Adnan Menderes’i genel başkanlığa seçti. Dünyada belki çok nadir görülen bir olay gerçekleşmişti. Uzun yıllar boyu ülkeyi kendi otoritesi ile yöneten iktidar, tamamen serbest, hür, kansız ve hilesiz bir seçim ile yerini bir başka partiye bırakmıştı. Bu yüzden 1950 seçimleri, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Beyaz ihtilal olarak adlandırılmıştır.

Hükûmet programında devri sabık yapılmayacağı belirtilerek, 27 yıllık dönemin hesabını sormaya kalkmayacağı açıklandı. Ancak DP’nin yasal anlamda ilk çalışması Arapça ezan yasağını kaldırmak oldu. Radyoda dini yayınlar yapılması ve mevlit yayınlanması üzerindeki yasaklar kaldırıldı.

  1. Dünya Savaşı boyunca başarılı bir biçimde yürütülen tarafsızlık politikası, uygun dış ticaret ilişkileri geliştirmişti. Bu yüzden DP iktidarı ilk yıllarında dış kredi kaynakları bulmada başarılı oldu ve bunlardan yararlandı. Ayrıca savaş boyunca Merkez Bankası rezervleri de altın ve döviz bakımından iyi bir seviyeye ulaşmıştı. Kore Savaşı’na asker gönderilmesi ve böylece NATO’ya giriş vizesinin alınması uluslararası koşulları Türkiye’nin lehine çeviriyordu. Tarım ürünlerinin dış pazarda uygun fiyatlardan müşteri bulması ve Marshall Planı çerçevesinde dışarıdan gelen para bu ilk dönemde ciddi bir iktisadi ferahlama getirdi. Tarımda makineleşme sağlandı. Karayolları politikasına hız verildi, köyler kasabalara kasabalar da kentlere hızlı bir biçimde bağlanmaktaydı.

Kitlelerin II. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan yoksulluğu henüz unutmamış olması DP’ye olan sempatiyi daha da arttırdı. ABD ve Dünya Bankası raporları çerçevesinde hazırlanan iktisadi programlar ile liberal bir ekonomik anlayışın tüm alanlarda hakimiyetine çalışıldı. Ancak KİT’lerin de büyümesi sağlandı. DP özel girişimciliği KİT’ler kanalı ile desteklemiştir. Hammadde ve aramalı transferinin KİT eli ile yapılması sağlandı. Tarım kalkınmanın en önemli aracı olarak görüldü ve bir taraftan uygun fiyatta pazar politikası bir taraftan da çağdaş girdiler kullanılması yoluna gidildi. Bunda başarılı da olundu.

Kore Savaşı’na bir tugay gönderilmesi kararı sonrası 1952’de Türkiye NATO’ya girdi. Ekonomik alanda bir rahatlama devresi yaşanırken ve DP’nin halkla ilişkileri de yolundayken ana muhalefet CHP’nin üzerine gidildi. 1953 yılında CHP malları hazineye devredildi. Halkevleri kapatıldı. 1945 sonrası CHP döneminde kapatılmaya başlanan köy enstitüleri[15] 28 Ocak 1954’te tamamen kapatıldı. 1954’te laiklikten uzaklaştığı gerekçesiyle MP kapatıldı.

1954 seçimleri

1950 seçimleri sonrasında ülkede yaşanan ekonomik ferahlama, II. Dünya Savaşı yıllarının üzerinden pek az bir süre geçmesi nedeniyle büyük önem kazanmaktaydı. Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi, 1950-1954 yılları arasında özellikle ekonomik anlamda DP icraatlarına eleştiriler getirdi ancak ortaya çözüm olarak kabul edilebilecek bir öneri sunamadı. Bu koşullar altında gidilen 2 Mayıs 1954 seçimlerinde Demokrat Parti gücünü iyice arttırdı. DP 5,3 milyon oy alarak, Türkiye genel seçimleri tarihinde kırılamamış bir oy rekoru kırdı. Bu oy miktarı toplam oyların %56,6’lık kısmı demekti. DP 503 milletvekilliği kazandı. 3,1 milyon (%34,8) oy alan CHP sadece 31 milletvekili kazanabildi.[16] Arada sadece 2 milyon oy fark olmasına rağmen milletvekili sayıları arasında bu kadar fark olmasının sebebi, 1950 seçim kanunu değişikliğinde CHP’nin değişmesini istemediği çoğunluk sistemidir. Seçimlerde bu sonuçların ortaya çıkmasının ardından TBMM, 17 Mayıs 1954’te açıldı. Celâl Bayar 513 milletvekilinin katıldığı oylamada 486 oy alarak bir defa daha cumhurbaşkanlığına seçildi. Adnan Menderes üçüncü kabinesini kurdu. Bu kabine cumhuriyet tarihinde günümüze kadar en yüksek güvenoyunu almış kabinedir .

İkinci iktidar döneminde, iktidar ile muhalefet arası gerginleşti. Ekonomide olumsuz gelişmeler görüldü. İktidar baskılarını daha da arttırdı. Parti içindeki anlaşmazlıklar partinin bölünmesine ve 20 Aralık 1955’te Hürriyet Partisi’nin kurulmasına yol açtı.

1957 seçimleri

Ekonomide yaşanan darboğaz ve siyasi çalkantılar nedeniyle DP seçimleri 1 yıl önceye aldı. 27 Ekim 1957 günü yapılan seçimler öncesinde kampanya oldukça sert geçti. Seçimler iktidarı zayıflattı, muhalefetin elini güçlendirdi. Seçimler öncesinde muhalefetin seçimlere bir cephe halinde girmesini engelleyen DP, yine de oy kaybından kurtulamadı. Sonuçlara göre DP %47.9 oyla 424 milletvekili çıkardı. Bu milletvekili sayısında çoğunluk sisteminin etkisi büyüktür. Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi ise oyların %41.1’ini alarak 178 milletvekili aldı. Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) ve Hürriyet Partisi) dörder milletvekilliği aldılar. Rivayete göre Adnan Menderes, dakika dakika değişen seçim sonuçları nedeniyle bir ara “Allah’ım bir daha bana böyle bir seçim gecesi yaşatma” demiştir. 1950 ve 1954 seçimlerinden sonra ilk defa muhalefetin oyu iktidarın üzerine çıkmıştı. Muhalefete göre DP artık azınlığın iktidarıydı. Seçimler sonrasında da gerginlikler sürdü. TBMM Kasım ayında açıldı. Celâl Bayar 610 milletvekilinden 413 DP milletvekilinin katıldığı oylamada 413 oy alarak üçüncü defa cumhurbaşkanlığına seçildi. Adnan Menderes beşinci hükûmetini kurdu ve güvenoyu aldı.

 

Cumhurbaşkanı Bayar ve Başbakan Menderes, ABD Başkanı Eisenhower ile görüşürken (1959).

1957 seçimlerinden sonra siyasi ortamda sertlik günden güne daha da artmaya başladı. 1958 yılında, dış ödemeler dengesindeki bozukluk alınan dış borçları ödenemez hale getirmişti. Türkiye’nin borçlandığı ülkeler arasında kurulan bir konsorsiyum ile varılan mutabakat ile 4 Ağustos 1958’de ekonomik istikrar tedbirleri yürürlüğe girdi. Yapılan devalüasyon ile Türk lirasının değeri yeniden belirlendi. Dolar kuru 2,80 liradan 9,02 liraya çıktı. Bu tedbir dış ödeme dengesini biraz olsun sağladı ise bile yaşanan ekonomik durgunluk, zamları, işsizliği ve iflasları da beraberinde getirmişti. Ağustos 1958, DP ve Cumhuriyet Halk Partisi gruplarının karşılıklı bildirileri ile geçti. İhtilal sözleri dolaşmaya başladı. Demokrat Parti lideri ve Başbakan Adnan Menderes 12 Ekim 1958’de Manisa’da yaptığı konuşmada, kin ve husumet cephesi olarak tanımladığı muhalefetin oluşturduğu Güç Birliği Cephesi karşı bir Vatan Cephesi kurulması gerektiğini vurguladı. Radyolardan Vatan Cephesi’ne katılanların adları okunmaya başladı.

Bu arada 1955 yılından beridir ağır ağır ilerleyen Kıbrıs Sorunu da kendini gösterdi. Kıbrıs’ta EOKA örgütü Türkler üzerinde baskı yapmaya başlamıştı. Türkiye adanın bölünmesinden yani o günlerin deyimi ile Taksim edilmesinden yanaydı. 1958 başlarında adada bulunan İngiliz askerler Türkler’e ateş açınca büyük bir tepki ortaya çıktı. Türkiye ayağa kalktı. Haziran ayında İstanbul’da 300 bin kişilik bir miting yapıldı ve Türkiye’nin isteği güçlü bir biçimde vurgulandı: “Ya Taksim, Ya Ölüm”. Ankara’da da benzer gösteriler yapıldı. Nihayet 19 Şubat 1959’da Zürih ve Londra Antlaşmaları ile sorun bir süreliğine aşılmış oldu. Başbakan Menderes bu antlaşma için Londra’ya giderken uçağı düştü. 14 kişinin öldüğü kazada başbakana herhangi bir şey olmadı.

Ekonomide ve dış politikada bunlar yaşanırken iç politikada muhalefete yönelik baskılar da artıyordu. CHP’nin yayın organı Ulus Gazetesi başta olmak üzere muhalefete destek veren birçok gazete aralıklarla kapatılıyordu. Mayıs 1959’da CHP lideri İsmet İnönü Uşak’ta saldırıya uğradı. İzmir’de, İstanbul’da ve Ankara’da CHP liderine saldırılar oldu.

Türkiye bu kargaşa ortamı içerisinde 1960 yılına doğru ilerlerken 31 Temmuz 1959’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (sonradan “Avrupa Birliği” adını alan uluslararası örgüt) üye olmak için başvurdu.

27 Mayıs Darbesi

İktidar ve muhalefet arasındaki kavga 1960 yılından itibaren artık en yüksek haline ulaşmıştı. CHP Genel Başkanı’nın yurt gezileri engellenmek isteniyor, muhalif yazarlar tutuklanıyor basın sansürleniyordu.[17] CHP’yi ihtilal hazırlığı içerisinde olmakla suçlayan iktidar, Nisan ayında basını ve muhalefeti soruşturmak amacı ile, gazete kapatmaktan, muhalif düşüncede olanları tutuklamaya kadar geniş yetkilere sahip bir Tahkikat Komisyonu kurdu. Bunun karşısında mecliste söz alan muhalefet lideri İsmet İnönü bunun demokratik rejim yolundan çıkıp bir baskı rejimi yoluna girmek olduğunu belirtti ve o ünlü sözünü söyledi: “Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam”. Ancak 27 Nisan 1960 günü Tahkikat Komisyonu yasal olarak kuruldu. İnönü’ye 12 oturum TBMM toplantılarına katılmama cezası verildi. Olaya tepki gösteren CHP Grubu meclisten zorla çıkartıldı.

Meclisteki kargaşa sokağa taşmakta gecikmedi. 28-29 Nisan 1960’ta İstanbul ve Ankara’da üniversite öğrencileri olaylı gösteriler yaptılar. Olayların şiddetle üzerine gidildi. Üniversiteler kapatıldı iki şehirde de sıkıyönetim ilan edildi. Demokrat Partili gençler 5 Mayıs 1960 günü DP liderine bağlılıklarını ifade etmek ve iktidara destek olmak için Ankara Kızılay Meydanı’nda bir gösteri düzenlemeyi planladılar. Ancak 555K parolasıyla örgütlenen muhalif gençler 5 Mayıs akşamı saat beşte meydanı doldurdular, arabasından indiğinde protestocular arasında kalan Başbakan Menderes tartaklandı, olay yerinden güçlükle uzaklaştı.

21 Mayıs’ta Harbiyeliler olarak bilinen Kara Harp Okulu öğrencileri Ankara’da sessiz bir yürüyüş yaptı. Başbakan Adnan Menderes radyoda yaptığı konuşmalarla kışkırtmalara kulak asılmamasını söyledi.

Ege Bölgesi’ne giderek İzmir, Bergama ve Manisa’da CHP’yi eleştiren konuşmalar yaptı.

Ülkedeki kaosun gitgide artması, sokaklarda çatışmalar çıkması, iktidar-muhalefet arasındaki sertlik sonunda 27 Mayıs 1960 sabahı, Kurmay Albay Alparslan Türkeş tarafından Ankara Radyosu’ndan okunan bildiri ile son buldu. Millî Birlik Komitesi, Türk Silahlı Kuvvetleri adına ülke yönetimine el koydu. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel, komitenin başına geçti. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, TBMM Başkanı Refik Koraltan ve Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere Demokrat Partililer tutuklandı. Anayasa ve parlamento feshedildi. Siyasi faaliyetler askıya alındı. 28 Mayıs 1960 günü Orgeneral Cemal Gürsel başkanlığında bir hükûmet kuruldu. Yeni anayasa ve siyasi kurumların kurulması için çalışmalara başlandı. Tutuklu Demokrat Partililer yargılanmak üzere Yassıada’ya gönderildi. Demokrat Parti, 29 Eylül 1960’ta kapatıldı.

Tutuklular, Yüksek Adalet Divanı niteliğindeki Yassıada Yargılamaları’nda yargılandılar. 15 kişi idama, 31 kişi ömür boyu hapse, 418 kişi değişik hapis cezalarına çarptırılırken 123 kişi de aklandı. Millî Birlik Komitesi’sinde idam, yönetim devri ve seçim tarihi konusunda görüş ayrılıkları çıktı. Bu gelişmelerden daha sonra Ondörtler olarak anılacak 14 subay yurt dışında çeşitli görevlerle sürgüne gönderildi. Bu dönemle birlikte ordu içinde yaşanan ayrışma ilk kez açıkça ortaya çıkmış oldu. Millî Birlik Komitesi idam cezalarından üçünü onayladı. Tutuklu bulunan Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 16 Eylül 1961’de, Başbakan Adnan Menderes ise ertesi gün İmralı Adası’nda idam edildi. Celâl Bayar ve Refik Koraltan ile 11 kişinin idam cezası ömür boyu hapse çevrildi.

Genel başkanlar

# Genel Başkan Görev Başlangıcı Görev Bitişi Görev Süresi
1 Celâl Bayar 7 Ocak 1946 9 Haziran 1950 4 yıl, 5 ay, 2 gün
2 Adnan Menderes 9 Haziran 1950 27 Mayıs 1960 9 yıl, 11 ay, 18 gün

Demokrat Parti ve seçimler

Milletvekilliği seçimleri

Seçim Lider Seçim sonuçları Sandalye Hükûmet
Oy sayısı % ± # ±
1946 Celâl Bayar 1.800.000~ 13,1 (#2) Yeni 62 / 503 Yeni Ana muhalefet
1950 4.241.393 52,67 (#1) 39,7 415 / 492  353 I. Menderes (1950-1951)
II. Menderes (1951-1954)
1954 Adnan Menderes 5.151.550 57,61 (#1)  4,94 502 / 541  87 III. Menderes (1954-1955)
IV. Menderes (1955-1957)
1957 4.372.621 47,87 (#1)  9,74 424 / 610  79 V. Menderes

Cumhurbaşkanlığı seçimleri

Seçim Aday Turlar Sonuç
Oy sayısı % Son tur
1950 Celâl Bayar 387 / 487 79,5% (#1) 1.  Seçildi
1954 486 / 541 89,9% (#1)
1957 413 / 610 67,7% (#1)

Yerel seçimler

Seçim Lider Belediye Meclisleri Belediye Başkanlığı
Oy sayısı % ± Oy sayısı % # ±
1950 Adnan Menderes 875.355 57,6 (#1) Yeni Bilinmiyor Bilinmiyor 356 / 626 Yeni
1955 Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor 877.618 63,75 (#1) 597 / 805  241

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Adalet Partisi (kısaca AP), hem 1961-1981 yılları arası hem de iki darbe arasında faaliyet yürütmüş liberal muhafazakâr olarak tanımlanan eski bir Türk siyasi partidir.

1961 genel seçimleri sonrası Cumhuriyet Halk Partisi ile koalisyon hükûmet kuruldu ve bu koalisyon hükûmet Türkiye’nin ilk koalisyon hükûmeti oldu. 1961-1962 yılları arasında hükûmette kaldı. 1963 yerel seçimlerinde %52 oy alarak ilk seçimini kazandı. 1965-1971 yılları arasında tek başına, 1970’li yılların büyük bölümünde ise koalisyonlarda ülke yönetiminde söz sahibi olmuş olan parti, 12 Eylül Darbesi sonrasında 1980 yılında diğer siyasi partilerle birlikte kapatıldı. Adalet Partisi içinde birçok eski Demokrat Partili politikacı bulunmaktaydı. Adalet Partisi özellikle idamların ardından oluşan toplumsal tepkiyi iyi bir şekilde değerlendirdi. Bu Demokrat Parti seçmen tabanının büyük bir kısmının AP’yi tutmasını sağladı. Adalet Partisi Türk siyasal hayatında asıl çıkışını ise 1964’te Süleyman Demirel’in genel başkan seçilmesiyle yapmıştır.

Siyasi yelpazede merkez sağda bulunan Adalet Partisi; piyasa ekonomisini benimsemiş, kalkınmacılığı ve büyümeyi hedef almıştı. Toplumsal ilişkilerde dinsel öge ve yapıları kollamakla birlikte temelde laik bir partiydi. Muhafazakâr ve liberal çevrelerin merkezine oturabilmişti. Ancak bu 1970’teki bölünmeyle son buldu ve İslamcı ve liberal kanat partiden koptu. İslamcı kanat, Necmettin Erbakan önderliğinde Milli Nizam Partisi’ni; liberal kanat ise Ferruh Bozbeyli önderliğinde Demokratik Parti’yi kurdu. Buna rağmen Adalet Partisi’nin hem kırsal hem de kentsel alanlarda etkinliği sürmüştür.

Tarihçe

27 Mayıs Darbesi’ni yapan Türk Silahlı Kuvvetleri; Demokrat Parti’nin birçok yönetici ve milletvekilini Yassıada’da toplamış, partiyi kapatmış, 16 Eylül 1961’de Hasan Polatkan ile Fatin Rüştü Zorlu’yu ve 17 Eylül 1961’de ise Adnan Menderes’i idam ettirmişti. Adalet Partisi, kapatılan Demokrat Parti’nin (DP) ardılı olarak, böyle bir ortamda siyaset sahnesine çıktı. Tahsin Demiray, Ethem Menemencioğlu, Mehmet Yorgancıoğlu, Muhtar Yazır, Necmi Ökten, Cevdet Perin, Emin Açar ve Kamuran Evliyaoğlu gibi Demokrat Parti’nin bazı eski üyeleri ile 27 Mayısçılarla görüş ayrılığına düşen emekli orgeneral Ragıp Gümüşpala ve Şinasi Osma, Halit Ağca ve Dr. İhsan Önal gibi çeşitli kişiler, 11 Şubat 1961’de bir dilekçe vererek Adalet Partisi’ni kurdular. Milli Birlik Komitesi (MBK) tarafından siyasi partilerin “demokrat” adını kullanması yasaklandığından, partiye Adalet Partisi adı verildi.

AP, kurulduğu yıl içerisinde 61 ilde teşkilatını tamamlayıp 15 Ekim 1961 seçimlerine katıldı ve %34,8 oy toplayarak 450 üyeli TBMM’de 158 milletvekilliği, 150 üyeli Cumhuriyet Senatosu’nda ise 70 senatörlük aldı.[3] Seçim sonuçları neticesinde, birinci parti olarak çıkan Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanı İsmet İnönü liderliğinde Cumhuriyet tarihinin ilk koalisyon hükûmeti olan CHP-AP koalisyonu kuruldu.[4] 24 Mart 1963’te Celâl Bayar’ın Kayseri Hapishanesi’nden sağlık nedenleri ile tahliye edilmesi ve Ankara sokaklarında AP’lilerce karşılanması çeşitli gençlik örgütleri ve subaylardan oluşan bir grubun Celâl Bayar’ın evini, Adalet Partisi genel merkezini, Son Havadis ve Yeni İstanbul gazetelerinin Ankara bürolarını tahrip etmesiyle sonuçlandı.

Demirel ve Bilgiç ihtilafı

Ragıp Gümüşpala’nın 1964 yılındaki ölümünden sonra parti içinde genel başkanın kim olacağı hususu tartışılmaya başlanmıştır. Sadettin Bilgiç ve arkadaşları Süleyman Demirel’e partinin genel başkanvekili olması için heyet halinde teklif götürdüler fakat Demirel bu teklifi Bilgiç’e borçlu kalmaktan korktuğu için kabul etmedi. Daha sonra bu göreve Bilgiç seçildi zaten parti içinde başkanlık için en güçlü isim kendi olarak görülmekteydi. Göreve seçildiği tarihte dönemin cumhurbaşkanı Cemal Gürsel kendine “Adalet Partisi Genel Başkanlığına” başlıklı bir yazı göndermiştir. 27 Kasım 1964 tarihindeki parti kongresi için illeri dolaşan Bilgiç’e halk tarafından genel başkanın kim olacağı hususu defaatle sorulmuştur. Adayı doğrudan açıklamasa da genel başkan adaylarının Demirel olacağını ifade etmiştir. Türkiye’nin 3. cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın hapisten çıkması üzerine vuku bulan olaylar neticesinde Demirel partiyle arasına mesafe koymuştur. Adaylığının açıklanması için yapılan il kongre davetlerini yanıtsız bırakmıştır. Demirel’in bu tutumu parti içinde sıkıntı yaratmış, Bilgiç’in adaylığını koyması istenmiştir. Bilgiç aday olduktan sonra Süleyman Demirel de aday olmaya karar vermiş ve açıklamasını yapmıştır. Bilgiç, Demirel’e nazaran partide daha fazla öne çıkmaktaydı, Demirel mühendislik çalışmalarıyla tanınırken Bilgiç parti içi icraatlarıyla ve muhafazakâr kimliğiyle tanınmaktaydı. Partinin kongrelerinde Bilgiç’in delegeler üzerindeki etkisi hep büyük olmuştur. Genel başkanlığa iki kişi aday olunca parti içinde rekabet artmıştır. Bilgiç ve Demirel aralarında uzlaşmaya varamayınca bazı önemli görevlerde bulunan partililerden tercih yapmalarını istemişlerdir. Genel başkanın kim olacağı sorusunu ihtiva eder mahiyette olan mektup Ekrem Dikmen, Ata Bodur, Celal Kılıç, Cahit Okurer, Orhan Süersan, Ali Bozdağanoğlu, İbrahim Tekin, Ahmet Topaloğlu, Cihat Bilgehan, Ertuğrul Akça, Etem Kılıçoğlu, Mehmet Ali Aytaş, Ali Naili Erdem, Mehmet Turgut, Cevat Önder, Mahmut Rıza Bertan, Şükrü Akkan, Mehmet Ali Ulusoy, Osman Kibar, Mehmet Karaoğlu, Kamil Özsarıyıldız, Kamil Tolon, İsmet Angı, Zahit Akdağ ve Ali Sepici’ye gönderilmiştir. Kongre öncesinde gelen cevapların 14’ü Bilgiç’in 10’u Demirel’in tarafında yer almıştır. İki kişi çekimser yanıt vermiş, iki kişiden de herhangi bir cevap alınamamıştır. Bu tablo sonucunda Demirel, Bilgiç’in kulis yaptığını iddia etmiştir. Bunun üzerine Ferruh Bozbeyli yeni bir yöntem teklifiyle gelmiş ve bir partilinin evinde toplanılıp el kaldırılmasını önermiştir. Böylelikle herkes oylamayı izleyebilecekti. Her ne kadar Cevat Önder’in konutunda toplanılması kararlaştırılsa da Gökhan Evliyaoğlu Ali Fuat Başgil’in kendine mektup gönderdiğini ve Bilgiç’in başkanlığına itiraz etmediğini ama başka bir kişinin aday olması durumunda kendinin de yarışa dahil olacağını ifade ettiğini aktarmıştır. Bunun üzerine toplantıda tansiyon yükselmiş yine karar alınamamıştır. Bu olaylar cereyan ederken başkanlığa üçüncü aday olarak yeni bir isim çıkmıştır: Tekin Arıburun. Arıburun’un adaylığı diğerlerine nazaran geri planda kalmıştır. Adaylık çalışmaları sırasında Bilgiç Demirel’in mason olduğunu söylemiş, bunun üzerine Demirel Bilgiç’in argümanını çürütür nitelikte bir belgeyi partililere gösterince Bilgiç’in iftira attığı kanaatine varılmış ve böylelikle süreç Demirel’in lehine işlemeye başlamıştır. Bilgiç’in Kıbrıs Sorunu ile ilgili konuşmaları, eski DP’li siyasetçilerin Demirel’i benimsemesi, muhafazakâr kimliği nedeniyle askerin sıcak bakmaması hususları kendinin genel başkan seçilmesini engellemiştir.

 

 

 

AP Genel Başkanı Demirel; 1965-1971, 1975-1977, 1977-1978 ve 1979-1980 yılları arasında başbakanlık yapmıştır.

AP genel başkanı Ragıp Gümüşpala’nın 6 Haziran 1964’teki vefatının ardından geçici genel başkan Saadettin Bilgiç, 27-29 Kasım 1964 tarihlerinde düzenlenen büyük kongrede görevini Süleyman Demirel’e devretmiştir.

Demirel dönemi

Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi 1965’te İsmet İnönü başbakanlığındaki Cumhuriyet Halk Partisi hükûmetini düşürdü. Henüz milletvekili olmayan Demirel 1965 seçimlerinde Adalet Partisi’ni birinci parti yaptı ve meclise oyların %52,9’u olan 4.921.236 oyla 240 milletvekili seçtirdi.[6] Senatoya ise Adalet Partisi’nden 97 senatör seçildi. Bu sonuçlarla I. Demirel hükûmeti kuruldu. 1969’da partinin oy oranı düştüyse de 1965 seçimlerinde geçerli olan Milli Bakiye Sistemi yerini d’Hont Sistemi’ne bıraktığından Adalet Partisi’nin milletvekili sayısı arttı. Böylece Adalet Partisi 1969 seçimlerinde oyların %46,5’ini almasına rağmen parlamentoya 256 milletvekili soktu.

1970 yılının Şubat ayı bütçe görüşmelerinde, partili bazı milletvekilleri ve senatörler bütçeye ret oyu vererek II. Demirel hükûmetini düşürdüler. Bunlardan 41 kişi partiden ayrılarak, Ferruh Bozbeyli başkanlığında Demokratik Parti’yi kurdular.

60’lı yılların sonuna yaklaşılırken tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sağ-sol çatışmaları, öğrenci hareketleri, işçi mitingleri ve Amerikan aleyhtarlığı artmıştı. Kısa bir süre sonra, Türk Silahlı Kuvvetleri 12 Mart 1971 muhtırasıyla Süleyman Demirel’i başbakanlıktan uzaklaştırdı ve Adalet Partisi’ni iktidardan düşürdü.

Adalet Partisi’nin yükselişi 14 Ekim 1973 seçimlerinde durdu. Bu seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi birinci parti olarak 185 milletvekili çıkarırken; AP’nin oy oranı %29,76’ya, milletvekili sayısı 149’a, senatör sayısı da 22’ye indi.[8] Bu düşüşün nedenleri, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yükselişi olduğu kadar, Adalet Partisi’nden kopan Demokratik Parti ve Millî Selamet Partisi gibi küçük partilerin sağ oyları bölmesi idi. Seçimlerin ardından Cumhuriyet Halk Partisi-Millî Selamet Partisi koalisyonu kuruldu, Kıbrıs davasıyla bu hükûmet itibar topladı, ancak Bülent Ecevit erken seçime gitmek üzere ayrılınca hükûmeti kurma görevi Adalet Partisi’ne kaldı. Adalet Partisi yanına Millî Selamet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’ni alarak Milliyetçi Cephe’yi oluşturdu. 1975-1977 yılları Milliyetçi Cephe ile geçti. 1977 erken seçimleri de siyasal görünümü değiştirmedi. Kimse tek başına iktidar olamadı. Cumhuriyet Halk Partisi azınlık hükûmeti kuruldu. Güvenoyu alamayınca, Adalet Partisi II. Milliyetçi Cephe’yi kurdu. Ancak 1977 sonunda hükûmet gensoruyla düşürüldü. Siyaset istikrarsızlığı, terör, dış baskılar, iktisadi gerileme ve hayat pahalılığı son haddindeydi. 1979 sonunda Adalet Partisi eski ortakların parlamento desteğiyle azınlık hükûmeti kurmuşken 12 Eylül 1980 askerî darbesiyle perde kapandı.Parti diğer siyasi partilerle birlikte 16 Ekim 1981 tarihinde resmen feshedilmiştir.

Adalet Partisi, Demokrat Parti’nin mirasçısı olduğunu her zaman vurguladı, hatta ilk seçimlerde eski Demokrat Partilileri partiye aday gösterdi. Muhafazakâr bir partiydi, sağa kaymış, aşırı akımları desteklediği için liberallerce eleştirilmiş ve ikiye bölünmüştü. Partiye önceleri oy veren tarikat ve tekkeler sonradan Millî Selamet Partisi’ne yönelmişti.

1980 sonrası dönem ve aynı isim ile yeniden kurulması

19 Haziran 1992 tarihinde kabul edilen 3821 sayılı Kanun ile; daha önce kapatılmış olan siyasi partilerin, aynı ad, rumuz, amblem, rozet ve benzeri işaretleri kullanarak yeniden açılmasına müsaade edildi. Bunun üzerine Adalet Partisi Büyük Kongresi 19 Aralık 1992 tarihinde Ankara Atatürk Spor Salonunda toplandı. Bu Kongre Partinin son genel Başkanı Süleyman Demirel ile 1965’ten beri onun en büyük rakibi Genel Başkan Yardımcısı Teşkilat Başkanı Saadettin Bilgiç arasındaki rekabetin son raunduna sahne olmuştur.

Sadettin Bilgiç, Eski Bolu Milletvekili Müfit Bayraktar öncülüğündeki bir grup eski AP milletvekili Adalet Partisi’nin kimliğinin devam ettirilmesi yolunda bir cepheyi Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel’e karşı açmış ve Katılan delegelerin ezici çoğunluğunun kararı ile Adalet Partisi Mevcut bulunan ve iktidarı elinde bulunduran Doğru Yol Partisi’ne katılma kararı alarak tüm mal varlığı borç ve alacakları ile DYP ye katılmıştır. Geleneksel olarak aynı partinin devamı olan Büyük Türkiye Partisi askerlerce kapatıldıktan sonra kurulan Doğru Yol Partisi aynı çizgiyi izledi. Bu suretle Selanik Sokak’ta bulunan 5 katlı AP genel merkez binası da dahil olmak üzere birçok mal Doğru Yol Partisi’nin oldu.

Adalet Partisi isminin tescil edilmesi ve saklanması için 11 Nisan 1995 tarihinde yeniden açılmıştır. 26 Kasım 2009’a kadar faaliyet göstermesine karşın seçimlere katılma yeterliliğine sahip olmadığı için hiçbir seçime katılmayarak sadece tabela partisi olarak kalmıştır.[9] Son genel başkanlığını Bülent Şimşek Özçelik yapmıştır.

 

Adalet Partisi ve seçimler

Seçim Genel Başkan Oy Sandalye Meclis Sıra Kurulan Hükûmetler Harita
# % ± # ±
1961 Ragıp Gümüşpala 3.527.435 %34,80 158 / 450 Koalisyon 2. 26. Türkiye Hükûmeti
1965 Süleyman Demirel 4.921.235 %52,87  18.07 240 / 450  82 İktidar 1. 30. Türkiye Hükûmeti
1969 4.229.712 %46,55  6.32 256 / 450  16 İktidar 1. 31. Türkiye Hükûmeti
32. Türkiye Hükûmeti
33. Türkiye Hükûmeti
(Koalisyon)
34. Türkiye Hükûmeti
(Koalisyon)
35. Türkiye Hükûmeti
(Koalisyon)
36. Türkiye Hükûmeti
(Koalisyon)
1973 3.197.897 %29,82  16,73 149 / 450  107 Ana Muhalefet 2. 39. Türkiye Hükûmeti
1977 5.468.202 %36,89  7.07 189 / 450  40 Ana Muhalefet 2. 41. Türkiye Hükûmeti
43. Türkiye Hükûmeti

Yerel seçimler[değiştir | kaynağı değiştir]

Seçim Genel Başkan İl Genel Meclisi Belediye Harita
Oy % ±
1963 Ragıp Gümüşpala 4.344.185 %45,5 505 / 1.045
1968 Süleyman Demirel 4.470.919 %49,1 3,6 693 / 1.238
1973 3.208.235 %32,2 16,9 643 / 1.615
1977 4.565.332 %37,1 4,9 708 / 1.710

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Doğru Yol Partisi (kısaca DYP)

Demokrat Parti (DP) ve Adalet Partisi (AP)’nin siyasi mirasçısı olduğu kabul edilen eski siyasal parti. 1983 yılında, 12 Eylül Darbesi’nde kapatılan Adalet Partisi’nin devamı olarak kurulan DYP, 2007 yılında adının değiştirilmesiyle Demokrat Parti adı altında yeniden yapılanmıştır.

Süleyman Demirel ve Tansu Çiller’in genel başkan olduğu Doğru Yol Partisi 20 Kasım 1991-30 Haziran 1997 tarihleri arasında kurulan koalisyon hükûmeti ile kesintisiz iktidarda kaldı.

24 Aralık 1995 genel seçimlerinden sonra 6 Mart 1996-28 Haziran 1996 arasında Anavatan Partisi ile, 28 Haziran 1996-30 Haziran 1997 arasında Refah Partisi ile koalisyon ortağı olmuştur. 30 Haziran 1997-3 Kasım 2002 arasında ise TBMM’de muhalefet partisi olarak görevine devam etti. 3 Kasım 2002 genel seçimlerinden sonra TBMM dışında kaldı.

Millî Güvenlik Konseyi’nin (MGK) siyasal partilerin yeniden kurulmasına izin vermesinden (Mayıs 1983) kısa bir süre sonra kurulan Büyük Türkiye Partisi (BTP), Adalet Partisi’nin kapatılmasıyla doğan siyasi boşluğu doldurmayı amaçlamıştı. BTP, eski bir siyasi partinin devamı olduğu gerekçesiyle 31 Mayıs 1983’te Millî Güvenlik Kurulu tarafından kapatılınca, bu kez aynı amaçla DYP kuruldu (23 Haziran 1983). Genel başkanlığına Ahmet Nusret Tuna’nın getirildiği DYP, Siyasi Partiler Kanunu’nun geçici maddelerinde öngörülen örgütlenme barajını aştı. Ama kurucu üyelerinin MGK tarafından birkaç kez veto edilmesi nedeniyle 24 Ağustos 1983’ten önce 30 kurucu üyeyi tamamlayamadı ve 1983 genel seçimlerine katılamadı. Bu arada genel başkan Ahmet Nusret Tuna’nın da veto edilmesi üzerine genel başkanlığa Yıldırım Avcı getirildi.

DYP 25 Mart 1984 yerel seçimlerinde, iktidar partisi Anavatan Partisi (ANAP) ve Sosyal Demokrasi Partisi’nden (SODEP) sonra, en çok oy toplayan parti oldu. Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 12 Nisan 1984’te DYP’nin AP ve BTP’nin devamı olduğu, Siyasi Partiler Kanunu’na aykırı etkinliklerde bulunduğu gerekçesiyle kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne açtığı dava 28 Eylül’de reddedildi. DYP’nin 14 Mayıs 1985’te toplanan I. Büyük Kongresi’nde partini genel başkanlığına AP’nin eski İstanbul il başkanı Hüsamettin Cindoruk seçildi. Mehmet Gölhan, Mehmet Dülger, Mustafa Derin, İsmail Heral ve Baki Tuğ genel başkan yardımcılıklarına, Gökberk Ergenekon da genel sekreterliğe getirildi. Mayıs 1986’da Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin feshinden sonra bazı milletvekillerinin partiye katılmasıyla Mayıs 1986’da TBMM’de grup oluşturdu. 28 Eylül 1986’da yapılan ara seçimlerde DYP yüzde 23.5 oranında oy alarak ikinci parti oldu ve dört milletvekili çıkardı.

Süleyman Demirel dönemi

6 Eylül 1987’de yapılan halkoylaması sonucunda siyaset yasağı kalkan Süleyman Demirel 24 Eylül 1987’de genel başkanlığa seçildi. DYP 29 Kasım 1987 genel seçimlerinde oyların yüzde 19.14’ünü alarak 59 milletvekili çıkardı. 1989 yerel seçimlerinde aldığı 25.13’lük oy oranıyla merkez sağdaki rakibi ANAP’ı ilk kez geçerek ikinci parti konumuna geldi. ANAP’ın üçüncü parti olduğunu öne sürerek genel seçim isteyen DYP, bu ortamda aynı yılın ekim ayında yapılan ve ANAP lideri Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı seçildiği cumhurbaşkanlığı seçimini de Sosyaldemokrat Halkçı Parti’yle beraber boykot etti. Kasım 1990’da yapılan 3. büyük kongrede Demirel yeniden genel başkan seçildi.

1991’de erken seçim kararı alınınca DYP, genel başkanı Demirel öncülüğünde yoğun bir propaganda kampanyası başlattı. Bu seçimlerde Bedrettin Dalan’ın liderliğindeki DMP’nin DYP ile birleşmesi kararı kabul edildi. 20 Ekim 1991 seçimleri’nde oyların yüzde 27’sini alan DYP 178 milletvekili çıkararak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde birinci parti konumuna geldi. Ancak tek başına iktidara gelebilecek milletvekili sayısına ulaşamadığından Erdal İnönü’nün genel başkanlığında bulunduğu Sosyaldemokrat Halkçı Parti ile Süleyman Demirel’in başkanlığında koalisyon hükûmeti kuruldu.

19 Haziran 1992’de kabul edilen 3821 sayılı kanun ile; daha önce kapatılmış olan siyasi partilerin, aynı ad, rumuz, amblem, rozet ve benzeri işaretleri kullanarak yeniden açılmasına müsaade edildi. Bunun üzerine, 12 Eylül Darbesi’nde kapatılan Adalet Partisi (AP) Büyük Kongresi 19 Aralık 1992 tarihinde Ankara Atatürk Spor Salonunda toplandı ve bu kongrede; katılan delegelerin ezici çoğunluğunun kararı ile Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi’ne katılma kararı alarak tüm mal varlığı, borç ve alacakları ile DYP’ye katıldı.

Tansu Çiller dönemi

17 Nisan 1993’te cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın beklenmeyen vefatı üzerine, hükûmet ortağı SHP’nin de desteğini alan Süleyman Demirel cumhurbaşkanlığına seçildi. Demirel’den boşalan genel başkanlık -aynı zamanda başbakanlık- görevinin belirlendiği kongre, 13 Haziran 1993’te yapıldı. Kongrede genel başkanlığa, Millî Eğitim Bakanı Köksal Toptan, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Tansu Çiller adaylıklarını koydular. İlk turda yeterli oyu alamamasına karşın Tansu Çiller’in yüksek oy alması diğer adayların adaylıktan çekilmelerine sebep oldu, böylece ikinci tura rakipsiz giren Tansu Çiller, genel başkanlığa seçildi. Kongrenin ertesi günü, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de hükûmeti kurma görevini Tansu Çiller’e verdi, II. DYP-SHP Hükûmeti Tansu Çiller başkanlığında kuruldu.

DYP’nin, Çiller liderliğinde girdiği ilk seçim olan 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde oyların yüzde 21.53’ünü alarak 1991 genel seçimlerine göre oy kaybı yaşadı. Seçimlerden hemen sonra, makroekonomik değerlerdeki (cari açık ve kamu açığı) dengesizliği giderebilmek amacıyla 5 Nisan Kararları olarak bilinen ekonomik önlemler paketi açıklandı. Ancak önlemler reel ücretlerde düşüş, artan işsizlik, devalüasyon ve zaten çift haneli oranlardaki enflasyonun üç haneli oranlara tırmanmasına neden oldu.[7] 1990’ların başından beri eylemlerini giderek tırmandırmakta olan PKK’ya karşı başlatılan sert önlemler ise özellikle Güneydoğu Anadolu’da yaygın insan hakları ihlallerine neden oldu.

18 Şubat 1995’te toplanan SHP-CHP ortak kurultayında hükûmet ortağı SHP’nin feshine ve CHP’ye katılmasına karar verildi. Haziran 1995’te, İstanbul Emniyet müdürü Necdet Menzir’in bir cenaze töreni sırasında yaptığı konuşmada üstü kapalı olarak İnsan Haklarından Sorumlu devlet bakanı CHP’li Algan Hacaloğlu’nu hedef alması hükûmet ortakları arasında gerilime neden oldu. Çiller’in, CHP’nin Menzir’in görevden alınmasına yönelik taleplerini karşılıksız bırakması hükûmetin sonunu getirdi. 5 Ekim 1995’te kurulan Tansu Çiller başkanlığındaki DYP azınlık hükûmeti TBMM’de güvenoyu alamadı (15 Ekim). Başarısız güvenoylamasından sonra seçim kararı alınarak ülkeyi seçime götürecek DYP-CHP koalisyon hükûmeti kuruldu.

24 Aralık 1995 genel seçimlerinde terörle mücadele ve laiklik konularını öne çıkaran bir propaganda faaliyeti yürüten DYP, Doğan Güreş, Hayri Kozakçıoğlu, Mehmet Ağar, Necdet Menzir ve Ünal Erkan gibi güvenlik bürokratlarının önplana çıktığı ve A Takımı olarak tanıtılan bir aday kadrosu oluşturdu. 1995 genel seçimlerinde aldığı yüzde 19.18 oy oranı ile ikinci olan DYP 135 milletvekilliği kazandı. Seçimlerden sonra hiçbir partinin tek başına hükûmet kurabilecek milletvekili sayısı olmadığı için başlatılan hükûmet kurma faaliyetleri 1996 martında DYP ve ANAP arasında ANAYOL olarak adlandırılan hükûmetin kurulmasıyla sonuçlandı. ANAYOL Hükûmeti, 12 Mart 1996 tarihinde TBMM’deki oylamada güvenoylaması almasına rağmen, Refah Partisi, alınan güven oyunun Anayasa’nın öngördüğü çoğunluğun altında kaldığını ileri sürerek, oylamanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi, Bakanlar Kurulu’nun güvenoyu almış sayılabilmesi için toplantıya katılan 544 üyenin yarısının bir fazlası olan 273 kabul oyu gerektiğini belirterek, söz konusu olan oylamanın iptaline karar verdi. ANAYOL Hükûmeti bu karar üzerine görevi bırakmak zorunda kaldı, Başbakan Yılmaz, 6 Haziran 1996’da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e istifasını sundu.

Yılmaz’ın istifasından hemen sonra başlatılan hükûmet kurma çabaları, DYP ile RP arasında kurulan REFAHYOL Hükûmeti’yle noktalandı. 28 Haziran’da güvenoyu alan Necmettin Erbakan başkanlığındaki hükûmette Çiller de başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı oldu. Tansu Çiller’in 1995 seçimlerinden önce Refah Partisi aleyhindeki sözlerine rağmen onunla koalisyon kurması parti içinde çatlağa neden oldu. 21 Temmuz 1996’da yapılan ve Tansu Çiller’in tekrar genel başkanlığa seçildiği DYP 5. büyük kongresinde 1995 seçimleri öncesinde aday tayini ile başlanan parti içindeki Süleyman Demirel’e yakın isimler ile muhaliflerin tasfiye süreci parti yönetiminin belirlenmesinde de sürdü. Kasım 1996’da patlak veren Susurluk Skandalı özellikle hükûmetin DYP kanadını etkiledi. “devlet, siyaset, mafya” üçgeninde yasadışı ilişkilerin ortaya çıkartılmasına yönelik kamuoyu talepleri “Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” ismi verilen sivil toplum eylemlerine dönüştü. Bu ortamda içişleri bakanı Mehmet Ağar görevinden istifa etti.

REFAHYOL Hükûmeti döneminde yaşanan en büyük olaylardan biri de hiç şüphesiz, daha sonra 28 Şubat Süreci veya postmodern darbe olarak adlandırılacak olan 28 Şubat 1997 tarihli Millî Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısıydı. 28 Şubat Kararları olarak bilinen bu ve alınmasında MGK’nın askeri kanadının etkili olduğu söylenen bu kararlar REFAHYOL Hükûmeti’nin çöküş sürecinin başlangıcı oldu. 28 Şubat Kararları’nın ardından, başbakan Necmettin Erbakan koalisyon protokolü gereği başbakanlık görevinin Tansu Çiller’e verilmesi amacıyla 18 haziran 1997’de istifasını vermiş, ancak Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel hükûmet ortakları arasındaki protokolü dikkate almayarak hükûmeti kurma görevini ANAP lideri Mesut Yılmaz’a vermiştir. Yani bir diğer deyişle postmodern darbe olmuştur. Bu sürece postmodern darbe denmesinin sebebi ordu tamamıyla devlet işlerine el koymamış ancak bir bildirgeyle hükûmeti istifaya zorlamıştır.

Bu olaylar sırasında REFAHYOL Hükûmeti’nin kurulmasına karşı çıkan ve daha önce tasfiye edilmiş muhaliflerin DYP’den kopmasıyla Hüsamettin Cindoruk liderliğinde Demokrat Türkiye Partisi (DTP) kuruldu. ANAP-DSP-DTP koalisyonunun (ANASOL-D) kurulması ile DYP 5.5 yıl aradan sonra tekrar muhalefete geçmiştir. 18 Nisan 1999 genel seçimlerinde Doğru Yol Partisi seçim barajının çok az üstünde bir oranıyla %12 oy ile TBMM’ye giren 5. parti oldu. DYP’nin 85 milletvekilliği çıkardığı seçimlerde genel başkan Çiller, aday olduğu İstanbul’da ancak CHP’nin seçim barajını aşamamasıyla TBMM’ye seçilebildi. 20 Kasım 1999’da yapılan 6. büyük kongrede ihraçlarla gücünü budadığı muhalefetin adayı Köksal Toptan’ı rahat biçimde yenerek tekrar genel başkan seçildi.[8]

Haziran 2001’de anamuhalefet partisi Fazilet Partisi’nin (FP) Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması ve Millî Görüş hareketinde meydana gelen bölünme DYP’yi anamuhalefet partisi durumuna getirdi. TBMM 21. Dönemi içinde partiler içindeki ayrışmalar DYP’yi milletvekili sayısı olarak 5. girdiği TBMM’de ikinci sıraya kadar taşıdı. Demokrat Türkiye Partisi ve Aydınlık Türkiye Partisi (ATP) adaylarının da DYP listelerinden aday olduğu 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde DYP açısında hüsran oldu; muhalefette olmasına rağmen oy kaybeden DYP, kıl payı denebilecek bir oranla baraj altında kalarak 16 yıl aradan sonra TBMM dışında kaldı. Çiller de bütün sorumluluğu üstlendiğini açıklayarak 7. büyük kongrede aday olmayacağını açıkladı. 6 genel başkan adayının katıldığı 14 Aralık 2002’de yapılan 7. büyük kongrenin birinci turunda oy kullanan 1109 delegenin 815’inin oyunu alan Mehmet Ağar, DYP’nin 6. genel başkanı oldu.[9]

Mehmet Ağar yönetimindeki DYP, girdiği ilk seçim olan 28 Mart 2004 yerel seçimlerinde 2002’deki oy oranının çok az üstüne çıkabildi. 27 Nisan 2007’de yapılan ve CHP’nin talebi sonucu iptal edilen cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunu CHP ile birlikte boykot etti. Merkez sağda birlik için Anavatan Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin birleşmeleri yönündeki taleplerin yoğunlaşması sonucu, 5 Mayıs 2007 günü DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar ve Anavatan Genel Başkanı Erkan Mumcu iki partinin Demokrat Parti adı ile bütünleşmesi konusunda protokol imzaladılar. 27 Mayıs 2007 günkü kongrede partinin adı Demokrat Parti olarak değiştirilerek DYP kapatıldı. Bir gün sonra eski partililer tarafından Çetin Özaçıkgöz’ün kurucu başkanlığında Doğru Yol Partisi tekrar kuruldu.

İdeolojisi

Doğru Yol Partisi her ne kadar Demokrat Parti (DP) ve Adalet Partisi (AP)’nin siyasi mirasçısı olmuşsa da 12 Eylül Darbesi’nden sonra merkez sağ kulvarı Anavatan Partisi’yle (ANAP) paylaşmak zorunda kalmıştır. ANAP’ın kentli ve bilim yanlısı görünümüne oranla bir köylü partisi imajına sahip olmuştur. Anavatan Partisi’nin daha liberal politikalarına karşı daha ulusalcı ve gelenekçi bir söylem kullanmıştır.

1990’lı yıllara kadar toplam seçmenin yaklaşık yarısını elinde bulunduran bu iki parti 1990’lardan itibaren tabanlarını hızla kaybetmeye başlamışlardır. Doğru Yol Partisi de bu erimeden payına düşeni almış, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren ağırlıklı olarak Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve 2000’li yıllardan itibaren kısmen Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP), daha küçük oranlarda ise Millî Görüş partilerine ve Adalet ve Kalkınma Partisi’ne karşı tabanını koruyamamıştır.

Genel başkanlar

# Adı Görev Başlangıcı Görev Bitişi
1 Ahmet Nusret Tuna 28 Haziran 1983 7 Temmuz 1983
2 Yıldırım Avcı 11 Temmuz 1983 14 Mayıs 1985
3 Hüsamettin Cindoruk 14 Mayıs 1985 24 Eylül 1987
4 Süleyman Demirel 24 Eylül 1987 16 Mayıs 1993
Mehmet Gölhan (vekil) 16 Mayıs 1993 13 Haziran 1993
5 Tansu Çiller 13 Haziran 1993 14 Aralık 2002
6 Mehmet Ağar 14 Aralık 2002 27 Mayıs 2007

DYP ve seçimleri

Genel seçimler

Seçim Genel Başkan Oy Sandalye Meclis Sıra Kurulan Hükûmetler Harita
# % ± Y # ±
1987 Süleyman Demirel 4.587,062 %19,14 59 / 450 Muhalefet 3. -—
1991 6,600,726 %27,03  7,89 178 / 450  119 Koalisyon 1. 49. Türkiye Hükûmeti
50. Türkiye Hükûmeti
51. Türkiye Hükûmeti
52. Türkiye Hükûmeti
1995 Tansu Çiller 5,396,009 %19,18  7,85 135 / 550  43 Koalisyon 3. 53. Türkiye Hükûmeti
54. Türkiye Hükûmeti
1999 3,745,417 %12,01  7,17 85 / 550  50 Muhalefet 5.
2002 2,997,065 %9,54  2,47 0 / 550  85 Yok 3. Hiçbir ilde 1. olamadı

Yerel seçimler

Seçim Genel Başkan Oy Belediye Sıra Harita
# % ±
1984 Yıldırım Avcı 2,346,543 %13,25 233 / 1.700 3. Hiçbir ilde 1. olamadı
1989 Süleyman Demirel 5,565,776 %25,13 11.88 551 / 1.984 2.
1994 Tansu Çiller 6,027,095 %21,41 3.72 889 / 2.695 1.
1999 4,157,262 %13,21 8.2 736 / 3.200 5.
2004 Mehmet Ağar 3,216,737 %9,97 3.24 360 / 3.193

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Anavatan Partisi

1983 yılında Turgut Özal tarafından kurulmuş olan eski siyasi parti. Resmî kısaltması “ANAP” şeklindedir. 1983’ten 1991’e kadar aralıksız olarak tek başına iktidarda kalmış, 1996 ile 2002 yılları arasında da çeşitli koalisyon hükûmetlerinin içinde yer almıştır. 31 Ekim 2009 tarihinde Demokrat Parti ile birleşmiştir.

Tarihçe

12 Eylül Darbesi’nden bir süre sonra eski siyasi partiler kapatıldı ve halk oylamasıyla kabul edilen 1982 Anayasası’yla “yeni bir siyasal düzen” getirilmesi amaçlandı. Bu yeni siyasi düzen bağlamında, “demokrasiye yeniden geçiş” süreci içinde 1983 ilkbaharında yeni siyasi partiler kurulmaya başladı.

ANAP, 20 Mayıs 1983’te, AP iktidarı sırasında alınan ve 12 Eylül döneminde de uygulaması sürdürülen 24 Ocak 1980 ekonomik önlemler paketini hazırlayan, 12 Eylül döneminde bir süre ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olan Turgut Özal tarafından kuruldu. ANAP Özal’ın çevresinde örgütlenmiş, büyük ölçüde kişiselleşmiş bir partiydi. Siyasi kadrosu önemli ölçüde, devlet ve özel sektör deneyimi sırasında Özal’la birlikte çalışmış teknokratlarla, Millî Selamet Partisi (MSP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Adalet Partisi (AP) ve hatta Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) gelme, 1980 öncesi dönemde fazla ön planda olmayan siyasetçilerden oluşuyordu. Dört siyasi eğilimi (AP, MSP, MHP, CHP) birleştirmeyi iddia ediyordu. İşçi, memur, çiftçi, esnaf gibi toplumsal katmanları kapsayan “orta direk” temasını kullanarak kendine bir “orta sınıf partisi” görünümü verdi. Bazı büyük sermaye çevrelerinden de destek gördü. Eski parti örgütlerinin dağıldığı bir ortamda görece genç ve dinamik kadrosu, etkili destekleri sayesinde kısa zamanda güçlü ve yaygın bir parti örgütü olmayı başardı. Seçim öncesi siyasal söyleminde ılımlıydı, daha çok ekonomik konulara ağırlık verdi, bürokrasiye karşı çıktı, “devlet millet için vardır” temasını işledi. Ekonomik düzlemde, 24 Ocak Kararları’nda somutlanan bir “liberalizm”in savunuculuğunu yaptı. Millî Güvenlik Konseyi’nin (MGK) veto barajını aşarak, 12 Eylül’ün temsilcisi olduğu söylenen Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) ve sosyal demokrat nitelikte olduğunu ileri süren Halkçı Parti (HP) ile birlikte 6 Kasım 1983 genel seçimlerine katılmasına izin verilen üç partiden biri oldu.

ANAP’ın kurucular kurulunda bulunan yedi üye ile genel seçimler öncesinde milletvekili aday listesinden pek çok isim MGK tarafından veto edilmiştir. ANAP’ın kurucuları arasından veto edilen isimler arasında muhafazakâr eğilimli Mehmet Altınsoy, Hüsnü Doğan, Cemil Çiçek gibi isimlerin yanında Dev-Genç eski üyesi Cavit Kavak, liberal görüşlü Erol Aksoy ve Adalet Partisi’nde siyaset yapmış milliyetçi Şadi Pehlivanoğlu bulunmuştur. Adnan Kahveci ve Muzaffer Atılgan da kurucular listesinden veto edilen diğer iki isimdir. Ayrıca ANAP’ın 1983 seçimlerinde milletvekili aday listelerinde Hasan Celal Güzel, Mehmet Keçeciler ve Abdülkadir Aksu gibi muhafazakâr isimlerin vetosu dikkat çekmiştir.

İktidar dönemi

ANAP Genel Başkanı Özal, 1983-1989 arasında başbakanlık yapmıştır. 1989’de cumhurbaşkanlığına seçilmiş ve genel başkanlığı bırakmıştır.

6 Kasım 1983’te yapılan genel seçimlerde %45,14 oy oranıyla 400 üyeli TBMM’de 211 milletvekilliği kazanarak çoğunluğu sağladı ve tek başına iktidara geldi. ANAP’ın seçim başarısında eski siyasi partilerin devamı olarak kurulan partilerin MGK tarafından veto edilerek seçime sokulmayışlarının etkisi olmuşsa da, kitle iletişim araçlarını kullanmadaki etkililiği, iktisadi konulara ağırlık veren ılımlı söylemi, kullandığı “orta direk”, “iş bilirlik, iş bitiricilik” gibi temaların kamuoyundaki etkisi, tek “sivil parti” olma görüntüsü, dört eğilimi birleştirme iddiasıyla klasik sağ geleneği önemli ölçüde özümsemesinin yanı sıra 12 Eylül öncesindeki sağ partilerin ortak özelliği olan anti-komünist söylemden uzak durarak sosyal demokrat seçmenler üzerinde de etkili olabilmesi, en etkin ve geniş örgütsel ağı kurmuş olması gibi faktörler rol oynadı.

ANAP Aralık 1983’te, Turgut Özal başkanlığında tek başına hükûmeti kurdu. 25 Mart 1984’te yapılan yerel seçimlerde % 41,5 oy alan ANAP, birinci parti konumunu korudu. Bu seçimlere, 6 Kasım 1983 seçimlerine katılmasına izin verilmeyen partiler de katıldı. 28 Eylül 1986’da yapılan ara seçimlerde, ANAP önemli bir gerilemeyle oyların ancak yüzde 32,1’ini alabildi. Buna karşılık Süleyman Demirel’in desteklediği Doğru Yol Partisi (DYP) seçimlerden kazançlı çıktı. Milliyetçi Demokrasi Partisi 4 Mayıs 1986’da dağılınca milletvekillerinden bir bölümü Mehmet Yazar başkanlığında Hür Demokrat Parti’yi (HDP) kurdu; ama bu parti 28 Eylül 1986’daki ara seçimde bir varlık gösteremeyince ANAP’a katıldı.

Sivil yönetime geçme sürecinde, eski politikacılara 1982 Anayasası ile getirilen yasakların kaldırılması gündeme gelince, ANAP iktidarı bu konuyu halk oyuna sundu. Başbakan Özal yasakların sürdürülmesinden yana propaganda yaptıysa da, 6 Eylül 1987’de yapılan halk oylaması çok küçük bir farkla yasakların kaldırılması doğrultusunda sonuçlandı. Turgut Özal’ın halk oylaması öncesinde, bir askeri rejim tarafından uygulamaya konmuş siyasi yasakların devam etmesi yönünde coşkulu bir kampanya yürütmesi, başta Özal olmak üzere ANAP’a yönelik olarak “demokratikleşme” konusunda sert eleştirilerin yöneltilmesine neden oldu.

Halk oylamasının yapıldığı gün daha sandıklar kapanmadan Başbakan Özal erken seçimlere gidileceğini açıkladı. 29 Kasım 1987’de yapılan genel seçimlerde ANAP oylarını düşürmesine rağmen (% 36,31) 450 üyeli TBMM’de kazandığı 292 milletvekiliyle çoğunluğunu korudu. 26 Mart 1989 yerel seçimlerindeyse, Başbakan Özal’ın merkezi yönetimle uyumlu çalışabilecek yerel yönetimler seçilmesi gerektiği yolundaki uyarılarına karşın, ANAP ağır bir yenilgiye uğradı. Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin (SHP) zafer elde ettiği seçimlerde ANAP, il genel meclisi seçimlerinde yüzde 21,8 oy toplayabildi ve Malatya, Bitlis ve Hakkâri dışında bütün il belediye başkanlıklarını kaybetti. Yerel seçimlerin hemen ardından muhalefet partileri ANAP’ın üçüncü sıraya gerilediği gerekçesiyle erken seçim istedi. ANAP’ın 1,5 yıl gibi bir süre içinde 15 puan oy kaybı yaşaması, 1989 yılında TBMM tarafından yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçiminin meşruiyetinin kamuoyunda sorgulanmasına neden oldu. SHP ve DYP’nin boykot ettiği ve 31 Ekim 1989’daki üçüncü turda Özal’ın TBMM’deki ANAP çoğunluğunun oylarıyla cumhurbaşkanı seçildiği seçimler muhalefet için yeni bir eleştiri konusu oldu.

Cumhurbaşkanı Özal başbakanlığa TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut’u atadı. 17 Kasım 1989’daki ANAP I. Olağanüstü Kongresi Turgut Özal’dan boşalan genel başkanlığa Akbulut’u getirdi. Özal başkanlıktan ayrılmasına rağmen, siyasi olayların gelişmesinde belirleyici rolünü sürdürdü. Dış politikayı yönlendirmesi iki dışişleri bakanının, Mesut Yılmaz ve Ali Bozer’in istifasına neden oldu.

1990’lar

1989-1991 yılları arasında ANAP genel başkanı Yıldırım Akbulut.

Partinin milliyetçiler, muhafazakârlar ve liberaller olarak adlandırılan kanatları arasındaki çekişme Özal’ın Çankaya Köşkü’ne çıkmasıyla daha da belirginleşti. 1985’te yapılan I. Olağan Kongre’de (13-14 Nisan) muhafazakârlar ve liberaller birbirlerine yakın durmuşlar, Turgut Özal’ın suikaste uğradığı II. Olağan Kongre’de (18-19 Haziran 1988) bu sefer milliyetçiler ile muhafazakârlar liberallere karşı ittifak yapmıştı. Bu ittifaka basın tarafından “kutsal ittifak” adı verilmişti.[7] 3 Mart 1991’de ANAP İstanbul il başkanlığı için yapılan seçimde Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın eşi Semra Özal’ın aday olmasına aralarında bakanların da bulunduğu muhafazakâr grup karşı çıktı, ama Cumhurbaşkanı Özal’ın da desteklediği Semra Özal il başkanlığına seçildi. Semra Özal’ın adaylığına karşı çıkan ve Turgut Özal’ın “istenmeyen bakanlar” olarak ilan ettiği Hüsnü Doğan, Mehmet Keçeciler, Cemil Çiçek ve Abdülkadir Aksu’dan, Millî Savunma Bakanı Hüsnü Doğan, Özal’ın baskısıyla, Başbakan Akbulut tarafından görevinden alındı (22 Şubat 1991).[9]

Parti, 1991 Haziranı’nda yapılacak III. Olağan Kongreye doğru Yılmazcılar, Keçecilerciler, Güzelciler, Akbulutçular olarak dörde bölündü. 15 Haziran 1991’de yapılan olağan kongrenin ilk turunda liberal kanadı temsil eden ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından desteklenen Mesut Yılmaz 580, Keçeciler ve Muhafazakârlar tarafından desteklenen Yıldırım Akbulut 557 ve Hasan Celal Güzel 20 oy aldı. Güzel’in Akbulut lehine adaylıktan çekilmesine karşın ikinci turda Yılmaz 631, Akbulut 523 oy aldı. Seçimi yitiren Yıldırım Akbulut başbakanlıktan da istifa etti; böylece Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir başbakan, görevi başındayken parti içi muhalefet hareketi sonucunda makamını kaybetti. İktidarda giderek yıpranan ANAP, 1987’de olduğu gibi zaman yitirmeden, yeni bir görünümle erken seçime gitme gereği duydu. Aynı zamanda başbakanlığa gelen Yılmaz göreve göreve başlar başlamaz erken seçim kararı aldı. Ağustosta başlayan seçim kampanyasında yeni başbakan ve ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz genç ve yıpranmamış bir önder olduğunu vurguladı; girişilen işlerin tamamlanması için ANAP’a oy verilmesini istedi.

20 Ekim 1991’de yapılan genel seçimlerde oyların yüzde 24’ünü toplayan ANAP 115 milletvekili çıkararak ikinci parti durumuna düştü. Seçim sonrasında Yılmaz halkın ANAP’a ana muhalefet görevi verdiğini söyleyerek koalisyon görüşmelerinin dışında kaldı. 1991-1995 yılları arasındaki dönemi muhalefette geçirdi. 1990’lı yıllarla birlikte parti içinde üç eğilim (milliyetçiler, muhafazakârlar, liberaller), yerini “Özalcı”-“Yılmazcı” ayrımına bıraktı. 30 Kasım 1992’de yapılan II. Olağanüstü Kongre’de, olağanüstü kongrenin toplanabilmesi için gereken tüzük kuralları değiştirildiği için, Turgut Özal ve muhafazakârların desteklediği Mehmet Keçeciler’in adaylığını bile koyamaması nedeniyle partinin yönetimi büyük ölçüde Yılmazcıların eline geçti.[10] Mesut Yılmaz’ın tekrar genel başkan olması üzerine Keçeciler önderliğindeki muhalif milletvekillerinin bazıları (Yıldırım Akbulut, Hüsnü Doğan, İbrahim Özdemir, Yusuf Bozkurt Özal, Hüseyin Aksoy, Halil Şıvgın, Gaffar Yakın, Ercüment Konukman, Engin Güner, Leyla Yeniay Köseoğlu, Osman Ceylan, Tunca Toskay, Fevzi İşbaşaran, Kemal Naci Ekşi, Esat Canan) kongrenin ertesi günü partilerinden istifa ettiler. 3 Aralık’ta da, beşi kurucu olmak üzere (Cemil Çiçek, Kazım Oksay, Mehmet Altınsoy, Aycan Çakıroğulları ve Fahir Sabuniş) 17. ve 18. dönemde milletvekilliği ve bakanlık yapmış toplam 54 kişi istifa etti. İstifa edenlerden bir kısmı daha sonra ANAP’a dönerken, Yusuf Bozkurt Özal, Ercüment Konukman ve Hüsnü Doğan Ekim 1993’te Yeni Parti’yi (YP) kurdular. 28-29 Ağustos 1993 tarihlerinde Ankara’da düzenlenen IV. Olağan Kongre’de, tek aday olarak katılan Yılmaz genel başkan seçildi.

1991-2002 yılları arasında ANAP genel başkanı olan Mesut Yılmaz.

BBP adaylarını da listesine aldığı 24 Aralık 1995 seçimlerinden sonra Anavatan Partisi halk oyu bakımından % 19,65 ile 2. parti konumuna korusa da, koltuk bakımından üçüncü parti (132 milletvekili) oldu. Seçimlerden sonra, Refah Partisi (RP) ile ANAP arasında yürütülen koalisyon görüşmelerinin başarısızlıkla noktalanması üzerine, DYP ile ANAYOL hükûmeti kuruldu. Ancak hem ANAP lideri Mesut Yılmaz ile DYP lideri Tansu Çiller arasındaki geçimsizlik hem de Refah Partisi’nin (RP) Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru sonucunda ANAYOL hükûmetinin güven oylamasının iptal edilmesiyle ANAYOL Hükûmeti ancak 4 ay sürebildi. Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi arasında kurulan REFAHYOL Hükûmeti’nin sona ermesinin (30 Haziran 1997) ardından, 2 Temmuz 1997’de Mesut Yılmaz’ın başkanlığında kurulan ANASOL-D koalisyon hükûmetinde Demokratik Sol Parti (DSP) ve Demokrat Türkiye Partisi (DTP) de yer aldı.

1998 yılının yaz aylarında patlak veren ve Mesut Yılmaz’ın da adının karıştığı Türkbank skandalı nedeniyle ANASOL-D hükûmeti toplam 18,5 ay kadar sürebildi. Türkbank’ın özelleştirilmesiyle ilgili ihaleyi yapanların ve ihaleye katılanların Başbakan Mesut Yılmaz tarafından yönlendirildiği iddiası nedeniyle, 25 Kasım 1998’de Mesut Yılmaz için verilen gensoru önergesinin TBMM’de kabul edilmesinden sonra Yılmaz istifa etti; Yılmaz’ın başkanlığındaki 55. Hükûmet, Cumhuriyet tarihinin gensoruyla düşürülen ilk hükûmeti olarak tarihe geçti.

18 Nisan 1999 genel seçimleri sonucu yüzde 13,22 ile 86 milletvekilliği kazanan ANAP TBMM’deki 4. büyük parti oldu. Anavatan Partisi, 28 Mayıs 1999’da Bülent Ecevit’in başkanlığında DSP ve MHP’nin de katıldığı 5. Ecevit Hükûmeti’nde hükûmetin en küçük ortağı olarak yer aldı. Rahşan Affı’nın çıkarılmasında etkili oldu.[12]

5 Ağustos 2001 tarihinde yapılan VII. Olağan Kongre’de Mesut Yılmaz büyük bir farkla kazandı. Yılmaz 1210 delegenin oy kullandığı kongrede, 1205 geçerli oydan 921’ini aldı. Diğer adaylardan Lütfullah Kayalar 260, Eyüp Aşık 19, Vehbi Dinçerler 4 ve Necla Akben de 1 oy aldı.

2000’ler

3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimler ise ANAP için bir facia oldu; %5,11’lik oy oranıyla tarihinde ilk kez TBMM dışında kaldı. Seçimlerden hemen sonra 11 Ocak 2003’te yapılan 3. Olağanüstü Kongre’de, aday olmayan Mesut Yılmaz’ın yerine Ali Talip Özdemir seçildi. Özdemir’in aynı yıl içinde istifa etmesiyle genel başkanlığa Nesrin Nas seçildi. Şubat 2005’te Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nden istifa eden Isparta milletvekili Erkan Mumcu, 2 Nisan 2005 tarihinde yapılan kongrede tek aday olarak genel başkanlığa seçildi. Aynı yıl içinde logosunu ve ANAP olan kısaltmasını ANAVATAN olarak değiştirdi.

ANAVATAN, 22. dönemde Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifa etmiş milletvekillerinin katılımıyla TBMM’de grup kurabilecek milletvekili sayısına ulaştı ve 3. parti konumuna geldi. 2007 genel seçimleri öncesinde Doğru Yol Partisi ile birleşme kararı aldı, fakat daha sonra bazı nedenlerden dolayı birleşme gerçekleşemedi, aday listelerini geç verdiği gerekçesiyle de genel seçimlere de katılamadı.

25 Ekim 2008’de yapılan 6. Olağanüstü Büyük Kongre’de, genel başkanlıktan çekilen Mumcu’nun yerine Salih Uzun seçildi. 31 Ocak 2009’da yapılan tüzük kongresinde alınan kararla daha önce 1983’ten 2005 yılına kadar kullandığı logoyu yeniden kullanmaya başladı.[13] 2009 yerel seçimlerinde eski genel başkanlardan Mesut Yılmaz’ın memleketi olan Rize dışında bir varlık gösteremedi. Aldığı binde 7’lik oy oranı, siyasi tabanının tamamen eriyerek eski günlerine nazaran artık bir tabela partisi konumuna geldiğinin en açık göstergesi oldu.

23 Temmuz 2009’da Demokrat Parti (DP) ile birleşme kararı aldı. 31 Ekim 2009 tarihinde Ankara’da yapılan 10. Olağan Büyük Kongresi’nde, kendini fesih ve Demokrat Parti ile birleşme kararı alındı.